Ruhun Doysun’un Keşfet bölümlerinde ziyaret ettiğimiz Alp Pir ve ailesinin doğayla kaotik bir uyum içinde sürdürdükleri hayatları gelecek için umut verici.
Alp Pir’in Ege’nin sessiz bir köyündeki bahçesine adım attığınız anda içinizi kaotik bir his kaplıyor. Bir doğa olayına tanık olduğunuzu hissediyorsunuz ama alışık olduğunuz kıstaslar ile ölçüp biçerek mekanı algılamakta zorlanıyorsunuz. Burası işlevsel bir orman. Burada keşmekeş var. Bir yanda kocaman ağaçlar, meyveler, çiçekler ve yabani bitkiler; diğer yanda köpekler, tavuklar, arılar ve böcekler… Hepsi karmakarışık bir düzen içinde yan yana yaşıyorlar. Ortamda sessiz ama vahşi bir uyum var.
Biraz uzakta bir dere, üstü yeşil su mercimekleri ile kaplanmış, derenin kenarında yangından kurtarılmış tahta sandıklar, topraktaki bakterilerin gelişimine destek olsunlar ve toprağın verimini arttırsınlar diye oraya atılmışlar. Biberiyeler çiçek açmış, naneler ile birbirlerinin içine doğru büyümüşler; greyfurt ağaçlarının altlarını doldurmuşlar.
Bostanı andıran bir toprak parçasının üzerinden Alp’in eşi Catherine, akşamın salatası için malzeme topluyor. Çiftin 4, 6 ve 8 yaşındaki üç erkek çocuğu oradan oraya atlayıp zıplıyorlar; dikim teraslarının üstlerinde ağaçlar arasına gerilmiş kalın halatlardan sarkıyorlar; kahkahaları ormanda yankılanıyor.
Pir ailesi bu büyülü ev/bahçe/ormanda doğayla bir bütün olarak yaşıyorlar. Peki tam olarak ne yapıyorlar? Yaşadıkları yeri bu denli büyülü kılan ne? Alp Pir’in kendisine sorduk…
İşlevsel orman ne demek ve burada ne yapmaya çalışıyorsunuz?
Biz burada, tüm temel ihtiyaçlarımızı giderecek bir bahçe oluşturmaya çalışıyoruz. Bu şu demek oluyor: Besinden ilaca, zamktan yapı malzemelerine ve hatta çocukların eğlence alanına kadar bizim hayatımız için gereksinim duyduğumuz her şeyi bu bahçe sağlayabilmeli. Hepsinin bu tasarımın içinde olması lazım. Bu hedefi göz önünde bulundurarak bir bahçe tasarlıyoruz ve bu zamanla bir işlevsel ormana dönüşüyor.
Aslında bu düşünce yapısına aniden gelmedik, bu epey bir zaman aldı. Ben Buğday Derneği’nin kurucularındanım ve uzun süre yurt içinde ve yurt dışında tarım ile alakalı çalıştım. Organik tarım, biyodinamik tarım ve benzeri akımlarla ilgili birçok tecrübem oldu. Zamanla sürdürülebilirlik konusunda düşüncelerim ilerledikçe işlevsel ormanlar kurma fikri yönünde ilerledim. Tabii ilerleme yavaş oluyor çünkü doğa koşulları çok sert ve her yeni denediğimiz şeyde bir yanılma payı oluyor. Ben kendime şöyle bir nihai hedef koydum: Ben ne zaman ki bu ormandan çocuklarımı tamamen besleyecek şekilde üretim yapabileceğim; o zaman başarıya ulaşmış olacağım.
Bunu yapmak için bu yöreyi seçmenizin özel bir nedeni var mı?
Burası termal dönüşüm noktası denilen bir nokta. Burada don olmuyor. Bundan dolayı burada misket limonu yada bergamot gibi meyvelerin yetişmesi mümkün oluyor. Bu yörenin bu özelliğinden yararlanarak daha fazla dikim ve ormanlaştırma yapmak ve daha fazla mikroklima oluşturma çabasındayız.
Burası çok karmaşık görünüyor; işlevsel orman kurmanın alıştığımız türde tarım yapmaktan ne farkı var?
Evet burası karışık elbette çünkü doğada kaos vardır; ormanların doğal hali lineer yada düzenli değildir. Biz ilaç ile tarım yapmaktansa, doğadaki bitkileri birbirlerinin ilacı ve besini olarak kullanıyoruz. Her bitkinin sunduğu şey, başka bir bitkinin ihtiyacıdır aslında. Bizim yaptığımız bunları eşleştirmek ve her canlının birbirini ve doğal çeşitliliği destekleyeceği bir ortam yaratmak.
Bunu arazi üzerinden örneklendirerek anlatayım. Bakın, burada bizim oluşturduğumuz yataklar var. Üzerlerinde şu an hızlıca sayabileceğim sarımsak var, onun yanında lavanta, katırtırnağı, bakla, mısır inciri, mor patates, ceviz, menengiç, zambak, çilek, kekik, labada, gülhatmi, sinirli ot, yonca, lahana, yabani zeytin ve gül ibrişim var. Bu yataklar Doğu-Batı ekseninde oluşturuldu ve yatak içinde demin saydığım bitkiler, yükseklik ve alçaklık fizyonomilerine göre simetrik dalga oluşturacak şekilde ekildi. Bu sayede tüm bitkiler gün boyunca ışık alabiliyor, güneşin doğuşundan batışına kadar gün ışığı dalgaları yalayarak geçiyor.
Burada 6 yatak var, her yatak yaklaşık 60 metre. Dolayısıyla 400 metreye yakın yatak boyu içinde birkaç yüz bin tane tohum ve bitki ektik buraya. Bizim yaptığımız aslında doğayı mimik etmek yani taklit etmek. Doğa hangi bitkileri sağlayabileceğini ve besleyebileceğini gösteriyor; biz de onları birbirlerine en azami fayda sağlayabilecekleri bir ortamda dikiyoruz. Gerisi kendiliğinden geliyor.
Mimik edilen doğa olayındaki döngüyü biraz anlatabilir misin?
Evrim üç ana konsepte dayalı. Birincisi biyokütle, ikincisi biyoçeşitlilik, sonuncusu da “necromass”, yani organik kütle. Burada bu elementlerin hepsine yer vererek bir doğal döngü ortamı yaratmaya çalışıyoruz. Canlıların var oluşları, çeşitlilikleri ve öldükten sonraki varlıklarına bakılınca, doğa içinde hepsinin çok önemli bir yeri var. Onları var etmek, çeşitliliklerini çoğaltmak ve ölü varlıkların çürürken meydana gelen faydalarından yararlanmak suretiyle bir tasarım yapıyoruz. Burada son 4 yıl içinde hem yabani bitkilerde hem de böcek çeşitliliğinde çok ciddi bir artış oldu. Doğanın kendi ana temasına dönüşüne izin verdiğinizde biyoçeşitlilik hızlı bir şekilde kendini yeniliyor.
İşlevsel orman kurmaktaki amacının, bir yandan da bir ekonomi yaratmak olduğunu söylüyorsun. Bundan kastın nedir?
İşlevsel orman dendiğinde, akla maalesef eko köyler veya bir nevi inziva anlayışı geliyor. Bu da beraberinde bir başkalaştırma duygusunu getiriyor. Oysa bizim burada yapmaya çalıştığımız şey bunun tam tersi. Biz mevcut sosyal yapı dinamikleri arasında bir köprü kurmak, sosyal sorumluluk anlayışı çerçevesinde bir ekonomi üretebilmek için uğraşıyoruz. Bundan kastım üretken ve sosyal olmak. Sonuçta burada mevcut bir sosyal ve ekonomik yapı var. Biz buna dahil olmak ve katkıda bulunmak için buradayız. Yani bahçemizde kapalı devre yaşamıyoruz. İnsanlarla el ele üretim yapmak, işlevselliğin ne demek olduğunu ve ne şekilde geliştirilebileceğini anlatmak istiyoruz.
Bu nasıl mümkün olacak?
Ancak endüstriyel paradigmanın dönüştürülmesi ile mümkün olabilir. Şu anda kendi kendimize gerekçelendirdiğimiz bir yaşam şeklimiz var. Bir yandan diyoruz ki “Politik sebeplerle yaşanan göçler doğa üzerinde çok fazla baskı üretmeye başladı, bu gidişle doğal kaynaklar hepimize yetmeyecek, bir çözüm üretilmesi lazım.” Fakat diğer yandan da toplumsal kanaatimiz, sermaye sahiplerinin bir seneyi 4 çeyrek döneme bölerek karlılık değerlendirmeleri yaptığı bir düzen şeklinde devam ediyor. Yani lahana turşusu ile perhizi bir arada yürütmeye çalışıyoruz; sürdürülebilir çözümlere yönelmiyoruz.
Bu çözümler neler olabilir; bir örnek ile anlatmaya çalışayım. Mesela zeytin yetiştiriyorsak, zeytinin üretiminin kapalı döngü bir mantık içerisinde üretilmesi ve tüketilmesi gerekiyor. Sadece meyvesini yemekle kalmayıp, yaprağından da çay yapmamız, yağını sıktıktan sonra fermente edip sıvı kompost olarak da kullanmamız gerekiyor. Ya da portakal üretiyorsak, onun sadece etini yememiz, suyunu içmemiz değil de, başka her türlü şekilde de değerlendirmemiz gerekiyor. Dibine düşen meyvelerden temizlik sirkesi de yapmamız gerekiyor. Meyvelerin kabuğunun sıkılarak yağının kullanılması, beyaz liflerinin besi katkısı olarak kullanılması, posa ve kabuğun kurutularak hayvan yemi yada yakıt olarak kullanılması lazım.
Kapalı döngü mantıktan kastım, ürettikleriniz ve tükettiklerinizin birbirini karşıladığı bir yaşam şekli aslında. Biz burada bu şekilde yaşamaya gayret gösteriyoruz. Elimizi yıkadığımız sular ve duş suları bir yerde birikiyor ve dere taşı, dere kumu ve sazların içinden geçip ayrı bir hazneye geliyor. Doğal olarak süzülmüş olan bu suları rezervuara geri basıp bunu tuvalet suyu olarak kullanıyoruz. Aynı tuvalet suyu biraz ileride bulunan siyah su kompost alanına gidiyor, katı ile sıvı birbirinden ayrılıyor, talaş ile kompostlaşıyor, gübre olarak kullanılıyor. Biz bu sistemi 4 senedir hiç boşaltma ihtiyacı hissetmedik. Bu sistem aynı zamanda ısı üretiyor. Yakında içine elektromanyetik kablo döşeyip ampul yapmayı düşünüyoruz.
Alp Pir’le sohbetimi burada sonlandırıp ormandan ayrılıyoruz ama ayaklarımız adeta yere basmıyor artık. Burası sadece bir bahçe değil. Burası yeni dünya düzeninin temelinde yatan fikrin habercisi. Doğa ve insan, tüm haşmeti ile ahenk içinde yaşayabiliyor demek ki. Güneş ve onunla beraber tüm canlılar doğuyor, büyüyor, çeşitleniyor ve organik kütleye doğru ilerliyorlar. Bu devinimin bir parçası olduğumuzu anlamak için hala çok geç değil.
islevselormanlar.com
Zeynep Ekşioğlu
Boğaziçi Üniversitesi’nde Siyasal Bilimler okuduktan sonra uzun süre yabancı bir markanın Türkiye distribütörü olarak moda perakendeciliği yaptı. Daha sonra radikal bir karar ile aşçı olmaya karar verdi. MSA Profesyonel Aşçılık Okulu’ndan döneminin birincisi olarak mezun oldu. Beslenme ve şifa ile ilgili araştırıyor ve sağlıklı içecekler üretiyor.
10.04.2020
İlgili yazılar
https://www.ruhundoysun.com/yazilar/evde-bahcecilik/